1 nci Dünya Savaşından yenik olarak çıkan Osmanlı Devleti, bir tasfiye
niteliğinde olan Mondros Ateşkes Antlaşmasını 30 EKİM 1918 tarihinde imzalamıştır.
İtilaf Devletleri bu antlaşmanın uygulanmasına hemen başlamışlardır. Ülkenin dört
bir köşesi işgal edilmiş, ordunun büyük bir kısmı terhis edilerek silahları ellerinden alınmış,
devlet askeri, siyasi ve mali açıdan tam anlamıyla rehin alınmıştır. İstanbul’da
kurdurulan kukla hükümetler İtilaf Devletlerinin emellerine ulaşmasında bir aracı olarak çalışıyordu.
İşgaller karşısında
hükümetin tepkisizliğine karşı halk büyük tepki gösteriyor ve ülkenin her köşesinde yerel direniş
hareketleri filizleniyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesiyle Amasya Genelgesi yayımlanmış,
Erzurum ve Sivas Kongreleriyle halk desteğini arkasına alan Paşa, yerel direniş örgütlerini tek bir çatı
altında toplanmıştı. Bütün bu gelişmelere engel olamayan Damat Ferit Hükümeti istifa etmiş,
yerine geçen Ali Riza Paşa hükümetiyle Anadolu Hareketi arasındaki müzakerelerin sonucu olarak 12 OCAK 1920 tarihinde
son Osmanlı Mebusan Meclisi İstanbul’da çalışmalarına başlamıştı. Ancak
bu meclisin 18 OCAK 1920 tarihinde kabul ettiği, Türk Milleti’nin asgari haklarını ilan eden Misak-ı
Milli, itilaf devletlerini rahatsız etmiş ve bu rahatsızlık 16 MART 1920
TARİHİNDE İstanbul’un resmen işgali ile sonuçlanmıştır. Mebusan Meclisi basılarak
11 mebus tutuklanmış ve Malta’ya sürgün edilmiştir. Bu şartlar altında Mebusan Meclisi çalışmalarını
tatil etmiş ve Padişah Vahdettin’in 11 NİSAN 1920 tarihli iradesiyle meclis feshedilmiştir(1).
Bu gelişmeleri yakından
izleyen Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresinde oluşturulan Temsil Heyetinin başkanı sıfatıyla
kolordu kumandanlarına, vali ve mutasarrıflara çektiği telgraflarla Ankara’da bir meclis toplanacağını
ve bunun için vilayetler çapında seçim yapılarak, seçilen mebusların ivedi olarak Ankara’ya gönderilmesi
gerektiğini bildirmiştir (2).
Seçimler Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin gayretleriyle, kolordu kumandanları ve valilerin gözetiminde yapıldı (3).
Türkiye Büyük Millet Meclisi
23 NİSAN 1920 tarihinde 120 mebusun katılımıyla ve Mustafa Kemal Paşa’nın açış
konuşmasıyla açıldı (4).
24 NİSAN 1920 tarihli
oturumda, Mustafa Kemal Paşa meclis başkanlığına seçildi (5). Takip eden günlerde yeniden yapılanmayı
sağlayacak yasaları ardarda kabul etti.
BİRİNCİ TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN HUKUKİ YAPISI VE YARGI :
Mustafa Kemal Paşa, girişilen direniş hareketinin bir yeniden varoluş hareketi, padişaha,
kurulu düzene, yüzlerce yıllık devlet geleneğine karşı bir başkaldırı olduğunun
bilincindeydi. Halk desteği olmaksızın böyle bir hareketin asla başarılı olamayacağını
çok iyi biliyordu. Bunun için her adımında halkın desteğini alma mücadelesi veriyordu. Meclisin açılma
çalışmalarının yapıldığı günlerde, gazeteci Yunus Nadi Bey’in; her kerameti
Meclisten beklemenin doğru olup olmadığı şeklindeki sorusuna “... ben bilakis her kerameti
Meclisten bekleyenlerdenim... Bir devre yetiştik ki, onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde
meşruiyet, ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel eğilimlerine tercüman olmakla gerçekleşir”
(7) şeklinde cevap vermiştir.
T.B.M.M.’ni oluşturan
mebuslar, Osmanlı Devleti’nin Mebusan Kanunu ve Mustafa Kemal Paşa’nın seçimler hakkındaki
genelgesi çerçevesinde seçilmişlerdir (6). Yani seçimler yürürlükte olan seçim kanununa göre yapılmıştır.
Meclisi oluşturan 400 civarındaki mebusun 105’i İstanbul Mebusan Meclisinden gelerek katılmışlardır.
Ancak İstanbul’un işgal edilmesiyle kapatılan Meclisin yerine kurulmuş olmasına rağmen
bu Meclisin devamı değildir.
Meclis açılır
açılmaz, ülke yönetimi için gerekli kararları alıp uygulamaya başlamıştır. Meclisin çıkardığı
yasalar incelendiğinde devletin, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edildiği görülür. T.B.M.M. olağan
dönemlerin olağan meclisi değildir. Bu meclis, hem düşmanla mücadeleyi organize edecek, hem devleti idare edecek,
hem de yeniden yapılandıracaktı. Meclisin olağanüstü yetkilerle donatılmış olacağı
Mustafa Kemal Paşa’nın kolordu kumandanlarına ve valilere gönderdiği 19 MART 1920 tarihli telgrafta özellikle vurgulanmıştı (8). Bu amaçla yasama, yürütme ve yargı tek
elden, T.B.M.M. tarafından yürütülecektir ki, bu esasa “Güçler Birliği” adı verilmektedir. Meclis
yasama işlevinin yanısıra yürütme işlevini de yerine getirmiştir. Hükümet üyeleri Meclis tarafından
seçilir ve hükümete değil, Meclis’e karşı sorumlu olurdu. Yani hükümet bir bakıma Meclis’in
bir çeşit memurlar heyeti idi (9). Hükümet üyelerinin seçilmesi Meclis’e ait olduğu gibi görevlerinden azilde
tek yetkili yine Meclisti ki buna “Meclis Hükümeti Sistemi” adı verilmektedir (10).
1921 Anayasasında
Yasama ve Yürütmenin Meclis’e ait olduğu belirtilmiştir. Yargıya ilişkin herhangi bir hüküm olmamasına
rağmen Meclis, bölünmez, parçalanmaz, tek bir egemenlik anlayışı dolayısıyla bu parçalanmaz
egemenliğin bir unsuru olarak yargı yetkisini de kendinde görüyordu. “Bu Meclis, yalnız kuramsal olarak
ve bir egemenlik anlayışıyla değil, pratik nedenlerle ve yargılama fonksiyonuna tam olarak sahip
olabilmek için de yargı gücünü kendisinde görmüş, bu pratik nedenlerle, O’nu kendinde varsaymaktan öteye giderek,
bizzat kullanmıştır” (11).
Milli Mücadelenin başlarında Anadolu’da tam bir karmaşa hakimdi. Devlet otoritesi tamamen kaybolmuştu.
Merkezi otoritenin olmaması sivil yöneticileri aciz duruma düşürüyordu. Ekonomik hayat yıkılmış,
üretim düşmüş, ekonomik çöküntü, sosyal çöküntüyü de beraberinde getirmişti. Karadeniz’de Rum, Doğu
Anadolu ve Adana, Tarsus civarında Ermeni çeteleri terör estiriyordu. İşgal nedeniyle batıdan doğuya
göç başlamıştı (12). Eşkiyalık bozgunculuk ve casusluk
başını almış yürüyordu. Yıkıcı propagandalar halkın kurtuluşa inancını
sarsıyordu.
Bir dönemde bidayet ve
istinaf mahkemeleri görev yapıyordu. Ancak bunlar normal zamanların mahkemeleriydi. “Çalışmaları
kendilerine verilmiş olan yetkilerle sınırlıydı. İtiraz, bir üst mahkemeye başvurma, temyiz
gibi normal zamanların uygulamasına bağlı olan bu uygulama yöntemi insanları uyuşturup, davaların
hızını azaltıyor, cezanın ibret yönünü yok ediyordu” (13).
Bu mahkemeler dışında
askeri idareciler ve milis kumandanları tarafından kurulan harp divanları asker kaçakları, bozguncu, casus
ve eşkiyalara keyfi cezalar veriyorlardı. Bazen bu cezalar çok ağır olabiliyordu.
Suçluların, harp divanlarında
cezalandırılmaları askeri otorite düşüncesini yaratıyordu. T.B.M.M. Anadolu ihtilalinin eseri olup,
halkın meşru temsilcileri tarafından kurulmuştu. Bu nedenle cezaların Meclis otoritesine bağlı
kuruluşlara verilmesi gerekiyordu (13).
T.B.M.M. düşmanla
silahlı mücadele yaparak vatanı kurtarmak düşüncesiyle kurulmuştu. Doğal olarak bu amacına ulaşmak
için asker toplamak zorundaydı. Ancak Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası askerlik
yükümlülüğünü kaldırmıştı ki bu karar insanların askere gitmemesi, silah altında olanların
da kaçması sonucunu doğruyordu.
“Kaçak olaylarının
en büyük etkenlerinden birisi de kaçaklara ceza verilememesi, kaçak olayına ilgisiz kalınması ve sebep olanların
sorumsuzluğuydu. Ceza Kanununun bu suçlarla ilgili hükümleri oldukça hafifti. Asker cephede ölmektense birkaç ay, hatta
birkaç sene hapis yatmayı tercih ettiğinden kaçak olayı önlenemiyordu... Kaçak olayları savaşın
kaderini etkileyecek, hatta sonucunu saptayacak kadar çoktu” (15).
Olağanüstü zamanlarda,
olağanüstü önlemlere başvurma zorunluluğu vardı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış
olan T.B.M.M., tamamen Meclis denetiminde mahkemeler kurulmasını zorunlu gördü. İstiklal Mahkemeleri bu zorunluluğun
ürünüdür.
İSTiKLAL MAHKEMELERİNİN
KURULMASI, ÖZELLİKLERİ VE UYGULAMALARI:
T.B.M.M. ülkedeki her türlü
asayiş bozucu olayı önlemek amacıyla 29 NİSAN 1920 tarihinde “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu
kabul etti. Bu kanuna göre T.B.M.M.’nin meşruluğuna sözle, yazıyla ya da fiilen muhalefet edenler, “Vatan
Haini” Vaaz ve konuşmalarında halkı vatana ihanet suçuna teşvik edenler geçici kürek cezasıyla
cezalandırılacak, bu faaliyetleri sonucu olay çıkarsa idam edileceklerdi. Kanun bu suçları işleyenlerin
bidayet mahkemelerince yargılanacakları hükmünü getiriyordu (16).
Bu kanun uygulamaya konulmuş,
ancak bidayet mahkemelerinin kanunun amacına ulaşmasında yetersiz kaldığı gözlemlenmişti.
Bunun üzerine, yapılan çalışmalar sonucu 11 EYLÜL 1920 tarihinde “Firariler Hakkında Kanun”
kabul edildi.
Bu kanuna göre hükümetin
teklifi ve T.B.M.M.’nin onayıyla “İstiklal Mahkemeleri” oluşturulacaktı. Bu mahkemelerde
görev yapmak üzere T.B.M.M. üyeleri arasından oy çokluğuyla üç mebus seçilecek ve içlerinden biri mahkeme başkanı
olacaktı. Mahkemelerin kararları kesin olup, infazından askeri ve sivil bütün devlet memurları sorumluydu.
İstiklal mahkemelerinin emir ve kararlarını uygulamayanlar, uygulamada ihmal gösterenler aynı mahkeme
tarafından yargılanacaktı (17).
Firariler hakkında kanun çerçevesinde 18 EYLÜL 1920 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay
Başkanı) İsmet Bey hükümet adına, 14 mıntıkada İstiklal Mahkemesi kurulmasına ilişkin
teklifi Meclis’e sunacaktır. Bunlardan özellikle yedisinin acilen kurulması gerektiği bildirilecektir.
Aynı gün yapılan oylamayla bu yedi İstiklal Mahkemesinin (Kastamonu,
Eskişehir, Konya, Isparta, Ankara, Kayseri ve Sivas) oluşturulmasına karar verilmiş, mahkeme üyeleri
seçilmiş (18) ve görev yerlerine gönderilmiştir.
26 EYLÜL 1920 tarihinde kabul edilen “İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun Birinci Maddesine Müzeyyel Kanun”
ile mahkemelerin yargılanacak suçlara ilişkin yetkileri artırılmıştır (19).
31 TEMMUZ 1922 tarihinde kabul edilen “İstiklal Mehakimi Kanunu” ile gizli oyla seçilen üç mahkeme
üyesine bir savcı ve bir yedek üye seçilmesi kararlaştırıldı. Kanunda cezaların derhal infaz
edileceği, idam cezalarının T.B.M.M. tarafından incelenip onaylanmasından sonra infaz edileceği
hükme bağlanmıştır. Her İstiklal Mahkemesinin ayda bir T.B.M.M.’ne hüküm özetleri ve çalışma
takvimini göndereceği belirtilmiş, ayrıca İstiklal Mahkemelerini ilgilendirecek suçların kapsamı
genişletilmiştir (20).
İstiklal Mahkemelerini
ilgilendiren olayların ilk tahkikatı hükümetçe yapılarak dosya mahkemeye gönderiliyor, mahkeme heyeti tarafından
gerekli inceleme yapılıp, noksanlar tamamlandıktan sonra yargılama başlıyordu. Yargılama
kesinlikle halka açık olarak yapılıyor (21) ve mahkeme tarafından verilen hüküm derhal infaz ediliyordu.
Mahkemeler Meclis’e
bağlıydı. Yargı yetkisini Meclis adına kullanıyorlardı. Yargı usulü basit, açık
ve çabuktu. Kararlarını vicdani kanaatlerine göre veriyorlar ve bu kararlarından dolayı sorumlu tutulamıyorlardı.
Bu kadar geniş yetkilerine rağmen haklarında yeterli delil bulunamayan sanıklar berat edebiliyordu. Mahkemeler
kendi mıntıkalarındaki yargılamalar hakkında İçişleri Bakanlığına ve Meclis’e
rapor sunuyorlardı. Böylelikle mahkemelerin uygulamaları hakkında Meclis bilgilendiriliyordu (22).
İstiklal Mahkemelerine
kasten şikayette bulunanların aynı mahkeme tarafından isnat ettikleri suçla yargılanmaları hükmü,
haksız ithamlarda bulunabilecek şahısları ürkütüyor ve sebepsiz yere yargılamanın önüne geçilmiş
oluyordu (23).
İstiklal Mahkemelerinin
ilgi alanına giren başlıca suçlar şunlardır; askerden firar, vatana ihanet, ayaklanma, casusluk,
bozgunculuk ve aleyhte propaganda, soygunculuk, görevini kötüye kullanma, halka eziyet
ve baskı, asker ailesine saldırı, Tekalif-i Milliyeden mal kaçırmak, cinayet, düşman işgalinden
yararlanıp kanunsuz hareketlerde bulunmak, düşmana yardım ve işbirliği, düşman ordusuna katılmak
(24). Bu suçlar dışında kalan suçlarla bidayet mahkemeleri ilgileniyordu.
Yargılanan şahıslara
verilen cezalar ise genelde şu şekilde sıralanabilir: Asılarak
veya kurşuna dizilerek idam, kalebent, kürek, ağır hapis, sürgün, dayak, zararı ödetme, görevden uzaklaştırma,
halk ve asker önünde teşhir, milli mücadelenin sonuna kadar gözaltına alma, mal ve mülküne el koyma, evini yıkma,
asker kaçağı yerine en yakınını askere alma, köy ve mahalleden ağır para cezası alma
(25).
Sakarya Meydan Muharebesi
ve Büyük Taarruz gibi hiçbir ihmale yer vermeyecek önemdeki olaylar öncesinde İstiklal Mahkemeleri pekçok ceza vermiştir.
Ancak Meclis zabıt cerideleri incelendiğinde bu dönemler sonrasında pekçok konuda Meclisinin af kararları
aldığı görülmektedir.
İstiklal Mahkemeleri
çalışma süreleri hiç kimseye ayrıcalıklı davranmamıştır. Sakarya Meydan Muharebesi
sırasında eşkiyalık yapan bir çete uzun uğraşlardan sonra yakalanmış, ancak muhafazalarından
sorumlu yüzbaşının ihmali nedeniyle kaçmayı başarmışlardır. Ankara İstiklal Mahkemesi
üyesi Kılıç Ali Bey’in akrabası olan bu yüzbaşı
aynı mahkeme tarafından yargılanmış ve askerlikten tard edilerek onbeş sene hapis cezasına
çarptırılmıştır (26).
Maraş mebuslarından
Tahsin Bey’in bir cinayet olayıyla ilgisi nedeniyle Meclisten dokunulmazlığın kaldırılması
istenmiş ve ardından, yargılanarak hapis cezasına çarptırılmıştır (27).
Anadolu’daki bazı
tutukluların Ankara’ya gönderilmesi konusunda gönderilen emir vali tarafından aksatılmış ve
bunun üzerine vali yargılanmak üzere Ankara’ya çağrılmıştı. İçişleri Bakanının
kendisine kefil olması üzerine bir maaşının kesilmesi hükmüne varılmıştı (28).
İstiklal Mahkemelerinin
adil çalışmalarına en güzel örnek Ankara 1 Numaralı İstiklal Mahkemesi ile İsmet Paşa arasında
Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de düzenlenen suikast girişimi soruşturması sırasında
meydana gelen olaydır.
Mahkeme soruşturmada
bazı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyelerinin de fiilen suikast girişimine katıldığını
tespit edince Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey’e telgraf çekerek Kazım Karabekir Paşa’nın tutuklanmasını
emretmişti. Başbakan İsmet Paşa olayı haber alır almaz İstiklal Mahkemeleri Kanunu’na
aykırı olarak Karabekir Paşa’nın serbest bırakılmasını istemişti. Dilaver
bey bu isteği yerine getirmiş, ancak sorumluluk altına girmemek için durumu İzmir’de bulunan İstiklal
Mahkemesi’ne haber vermişti. Bunun üzerine mahkeme heyeti Polis Müdürüne çektiği telgrafta Karabekir Paşa’nın
ve mahkeme uygulamalarına engel olan Başbakan İsmet Paşa’nın derhal tutuklanmasını
emretmişti. Başbakanla mahkeme heyeti arasında meydana gelen bu olay Gazi’nin kulağına gitmiş
ve mahkeme heyetini çağırarak bilgi almıştı. Kendisine durumun arz edilmesi üzerine İsmet Paşa’ya
derhal bir telgraf çekmiş, İstiklal Mahkemeleri Kanununa aykırı
hareket etmemesini isteyerek derhal İzmir’e gelerek mahkeme heyetine bilgi vermesi talimatını
vermişti (29).
Bu denli dikkatli ve hassas
çalışan İstiklal Mahkemelerinin kararlarıyla üç sene içinde vatana ihanet, casusluk ve bozgunculuk suçlarından
1054 kişi idam edildi. 2696 kişinin idamları askerden yeniden kaçmaları halinde uygulanmak üzere şartlı
olarak affedildi. 243 kişiye gıyabında idam cezası verildi. Diğer suçlardan ise 1786 kişi kalebent
ve kürek cezasına çarptırıldı. 11744 kişi beraat ederken 41768 kişi ise genellikle dayak olmak
üzere çeşitli hafif cezalara çarptırıldı (30).
Milli Mücadele esnasında
EYLÜL 1920 ile MAYIS 1923 tarihleri arasında 14 İstiklal Mahkemesi görev yaptı. Bu süre zarfında Ankara
1 numaralı İstiklal Mahkemesi görevine aralıksız devam eden tek mahkeme oldu (31).
SONUÇ :
İstiklal Mahkemelerinin
Bolşevik İhtilalinin kapalı, gizli ve terörist ÇEKA’larına benzetenler olmuştur (32). Oysa
Çeka’lar hiçbir kanuna bağlı olmadan hiçbir hukuk sistemiyle bağdaşmayan uygulamalar yapan çetelerdir.
Moskova Antlaşmasını imzaladıktan sonra yurda dönerken Tiflis’te Çeka tarafından tutuklanarak
sorgulanan Riza NUR, anılarında bu örgütün çalışmalarını detaylı olarak anlatmaktadır
(33).
Fransız İhtilal
Mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleriyle karşılaştırılırsa, bu mahkemelerin tam anlamıyla
terör estirdiği, 1793 yılında sadece Paris’te 2774 kişi
olmak üzere tüm Fransa’da 17.000 kişiyi idam ettirdiği görülür. Hüküm giymeden idam edilenlerle bu sayı
40.000’e çıkar. Oysa üç sene boyunca İstiklal Mahkemeleri tarafından vatana ihanet, casusluk ve bozgunculuk
suçlarından 1054 kişi idam edilmiştir. Bu rakamlar İstiklal Mahkemelerinin farklılığını
açıkça ortaya koymaktadır.
Samet AĞAOĞLU,
İstiklal Mahkemelerini şu şekilde değerlendirmektedir. “Kuvvetini yalnız Milli İradelerden
alan üç adam yalnız başına, silahsız, dağdan dağa, köyden köye, istiklal ve milli şeref
duygu ve idealinin kanlı ve merhametsiz kılıcını taşıyarak gafilleri, satılmışlar
temizlemek suretiyle zafer yolunu ordulara açacaktır” (34).
Ankara 1 numaralı
İstiklal Mahkemesi üyesi Kılıç Ali ise “İstiklal Mahkemeleri’nin adilane faaliyeti, kurt ruhu
taşıyanlara bir koyun sükuneti, koyun gibi yaşayanlara bir aslan masumiyeti vermişti... Bilhassa milletin
hayat ve hürriyetini yıkmak, mefkuresini sarsmak, maddi ve manevi kuvvetlerini kırmak kastinde olan hainler, asiler,
mürtecilerle siyasi caniyane maksatlara cesaret eden ve alet olanların amansız bir adalet divanı” (35)
ifadelerini kullanmaktadır.
Enver Berhan ŞAPOLYO,
İstiklal Mahkemeleri’nin Türk Milli Mücadelesindeki önemini şu sözlerle değerlendiriyor: “Eğer
bu mahkemeler kurulmamış olsaydı, casuslar, gizli propagandacılar, davamızı içten çökerteceklerdi.
Bu dehşet, memleketimizi yıkmak isteyen hainlere göz açtırmadı. Ecnebi casusları, padişahın
adamları, cahil halkın isyanları, asker kaçakları, bu mahkemelerin süratle iş görmelerinden yıldılar.
İşte bu hainlere gevşek davranılsa idi, bu mukaddes dava kazanılamazdı. İstiklal Mahkemelerinin
Milli Mücadelede hizmetleri büyük olmuştur”(36).
Gene Samet AĞAOĞLU “Kuvay-ı Milliye Ruhu” adlı kitabında
son olarak, şu yargıya varmaktadır.” İstiklal Mahkemeleri büyük Meclisin ağır bir seri
yenilmelerden sonra zaferi sağlamak için aldığı tedbirler arasında milli bir şeref abidesi olarak
tarihe geçmiş bulunmaktadır" (37).
Tarihin en önemli özelliği;
olayların cereyan ettiği dönemin şartlarını gözönünde bulundurarak değerlendirme gereğidir.
Eğer bu özelliği gözardı edersek ve günümüz şartlarına göre geçmişin muhasebesini yapmaya çalışırsak
varacağımız sonuç koskoca bir yanılgıdır.
İstiklal Mahkemeleri
var olmakla yok olmak arasındaki bir mücadelede zorunluluktan doğmuş müesseselerdir. Dönemleri içinde Türk
Milleti’nin var olmasını sağlayan en önemli unsurlardır. İstiklal Mahkemelerinde görev yapan
üyelerin en az cephede savaşan mehmetçik kadar bu kutsal zaferin kazanılmasında payı vardır. İstiklal
Mahkemelerini insafsızca eleştirmek yerine bu milletin bir daha buna benzer mahkemelere ihtiyaç duymaması için
gayret göstermesi gerekmektedir.