bilin.gif

HURAFELER

ERMENI OLAYLARI
ATATURK'TEN ANILAR
BILIYORMUSUNUZ?
ISTIKLAL MAHKEMELERI
ATATURK

Şimdi de hurafe batıl inanışların kendi tarihimizdeki etkilerini görmek amacıyla tarih sayfaları arasında bir gezintiye çıkalım.

 

Türkler tarih boyunca çok yer değiştiren, bu yüzden de bir çok kültür çevresi ile karşılaşan ve temasa geçen bir millettir. Müslüman olmadan önce şamanizm, zerdüştlük, budizm, manihaizm hatta bazen hıristiyanlık ve musevilik gibi dinleri kabul edip bunların kültür çevrelerine girmişlerdir. Bu durum farklı kültürlerin ve inanç sistemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu değişimler aynı zaman ve mekanda, bütün türk topluluklarını kapsayacak şekilde ortaya çıkmamış, farklı yer ve zamanlarda meydana gelmiştir.

 

İşte çok uzun bir geçmişin kalıntısı olan bu etkiler, müslüman olan türk topluluklarında, islami kalıplar içinde yaşamaya devam etmiştir. Mesela şamanizmdeki  türklerin ölü gömme gelenekleri, günümüzde türbe ve süslü mezarlar olarak karşımıza çıkmıştır.

 

Bu konuda, türk  tarihini derinden etkileyen olaylar, islamiyet’in yayılması ve türklerin islamiyet’i kabul etmesi sürecinde yaşanmıştır.

 

Emeviler ve abbasiler zamanında, cahiliye devri kültürü islamiyetin esaslarıymış gibi islamiyet’in yayıldığı bölgelere yayılmıştır. İslamiyet daha geniş bölgelere yayıldıkça o bölgelerin bazı kültür ögeleri de din kuralı gibi islamiyet’in içerisine girmiştir.

 

Sınırlar genişledikçe mezopotamya kültüründeki kral hammurabi’nin yasağı, bir  bedevi şeyhinin keyfi bir isteği, orta asyadaki bir türk kamanının kuralı veya moğol hükümdarı cengiz han’ın bir buyruğu bir islam kuralı olarak benimsenmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

 

Bu gün toplumdaki mehdi beklentisi, kapı eşiğine oturma yasağı, yanan közün üzerine su dökme yasağı, mezopotamya’dan ve  cengiz han’ın yasalarından türk kültürüne geçmiş ve günümüze kadar gelmiş batıl inançlardır.

 

Yine islam öncesi mekke’nin yönetimi için ümeyyeoğulları  ve haşimiler arasındaki rekabet, daha sonra islam dininin mezhepleri görünümünü alarak, tarih boyunca oluk oluk kan dökülmesine sebep olmuştur.

 

Temeli bu sebebe dayanan, alevi-sünni çatışmaları, tarihimizde bir çok olumsuz sonuca  yol açmış ve türk devletlerinin yumuşak karnını oluşturmuştur.

 

Halbuki, arap yarımadasının yönetimi için hz. Ali ve muaviye arasında, iktidar kavgası ortaya çıktığı zaman bizim dedelerimiz, yani hem alevilerin hem de sünnilerin dedeleri henüz islamiyet’i kabul etmemişlerdi.

 

Görülüyor ki 10.yy’da türkler müslüman olduğu zaman sadece islamiyet’in esaslarını almamışlar, aynı zamanda arap kültürünün ve diğer kültürlerin ögelerini de benimsemişlerdir. Bu durum, sonuçları günümüze kadar gelen bir çok talihsiz olayın  yaşanmasına ve türk milletinin sömürülmesine sebep olmuştur.

 

Osmanlı tarihinde ise hurafe ve batıl inanışlar devlet yöneticilerinin çok büyük hatalar yapmasına sebep olmuştur. Avrupa’da aydınlanma sürecinde bilimsel düşünce doğmalara  karşı üst üste zafer kazanırken osmanlı’da ise tam tersi olmuş, bütün zaferleri hurafe ve batıl inanışlar kazanmıştır.

 

Matbaanın kullanılması, günah olduğu gerekçesi ile engellenmiş, insanlar evliya ve şeyh kerametleri ile yaşamaya mahkum edilerek, düşünce üretmelerine izin verilmemiştir.

 

Avrupa’da kopernik ve galileo’nun başına gelen olayların benzeri osmanlı’ da da yaşanmıştır.1575 yılında hoca saadettin efendi ve takiyuddin mehmet tarafından dünyanın en büyük rasathanesi yapılmaya başlanmıştır. Ancak hoca saadettin efendi’nin siyasi rakipleri 1577 yılında kuyruklu yıldız görünmesini ve 1578’de veba salgını çıkmasını rasathanenin yapılmasındaki uğursuzluğa bağlamış ve dedikodu çıkartmışlardır. Bunun üzerine padişah ferman çıkarmış ve rasathane bir gecede yıkılmıştır.

 

17.yy’dan itibaren osmanlı devleti’nde planlı ve plansız yenileşme hareketlerinin yapılmaya başlandığını görüyoruz. Bu hareketlerin hiçbirisi tam anlamıyla başarıya ulaşamamış ve devleti içinde bulunduğu kötü durumdan kurtaramamıştır.

 

Çünkü atılan her yenilik adımı hurafeci zihniyetin engellemesine takılmıştır. Bu zihniyet kimi zaman yeniçerilerin kazan kaldırması olarak ortaya çıkıp, genç osman’ı boğmuş, kimi zaman patrona halil isyanı olarak ortaya çıkıp lale devrini sona erdirmiştir. Kimi zaman kabakçı mustafa olmuş nizam-ı cedit’i bitirmiş, kimi zamanda  31  mart olayı ve derviş vahdeti olarak karşımıza çıkmıştır.

 

Sonuçta, eşkenar üçgenin iç açılarının, üçgenine göre değişeceğine inanan, allahın evi olduğu için yıldırımın camiye zarar vermeyeceği gerekçesi ile paratonere karşı çıkan, alacağı kararları danışmak için yanında kadrolu müneccim taşıyan yönetici ve insanlar yetişmiştir. Elbette bütün bunların sonucunda osmanlı devleti yıkılmıştır.

 
Günümüzde  hurafe ve batıl inanışlar

 

         şimdi de bu toplumsal hastalığın günümüzdeki etkilerini incelemeye çalışalım.

 

Daha öncede değinildiği gibi avrupa’nın karanlık dönemden aydınlık döneme geçmesi veya bu hastalığı yenmesi laik sistemin toplum hayatına egemen olması ile gerçekleşmiştir. Ancak avrupa laik sisteme kolayca geçmemiştir. 300 yıl süren çok kanlı  bir mücadele döneminden sonra bilimsel düşünce gerçek yol gösterici olmuştur.

 

Osmanlı devleti’nin yıkılmasından sonra ulu önder atatürk geleceğin türkiye’sini sağlam temellere oturtmak istemiştir. Yeni devletin üzerine oturacağı temeli de şu veciz ifadesi ile işaret etmiştir. “dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için,  hayat için muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.”

 

Bu sözden anlaşılacağı üzere yeni kurulan devletin temeli akıl, bilim ve teknolojidir. Bu temel,  türkiye cumhuriyetini 19 yıl gibi kısa bir sürede, laik sisteme taşımış ve devletimizin yapısını güçlendirmiştir.

 

Ancak, her ne kadar hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğuna inansak ta hurafe ve batıl inanışlar dün olduğu gibi bu gün de cazibe ve etkisini sürdürmektedir. İnsanlar görülmeyen ve bilinmeyen şeylere karşı hep merak duymuşlar,  onları bilmek ve tanımak istemişlerdir. İşte bu duygu ve düşünce bazı insanları geleceği keşfetme çabalarına itmiştir. Bundan dolayı toplumda her zaman geleceği bildiğini iddia edenler bulunmuştur. Geçmişte kahinlik, falcılık, ruhçuluk, büyücülük gibi adlarla faaliyet gösteren bu sektör günümüzde, astroloji ve medyumluk adı altında karşımıza çıkmıştır.

 

Bu gün toplumumuzda yaygın olan belli başlı hurafe ve batıl inanışları açıklamaya çalışalım.

 

Muska ve tılsımlar

 

Bu inançta olanlar bazı nesnelerde uğur veya uğursuzluk olduğuna inanırlar. Kişi uğurlu saydığı nesneyi yanında taşır veya boynuna asar. Bu nesne bir bitki, hayvan dişi, kurumuş bir böcek hatta taş parçası bile olabilir. Bu nesneleri taşıyanlar çeşitli hastalıklardan, bela ve kazalardan korunacaklarına inanırlar.

 

Günümüzde de bazı nesneleri “uğur getiriyor” diye boynunda yada yanında taşıyanlar bulunmaktadır.yine insanların  hastalıkları tedavi maksadıyla üfürükçülere giderek muska yazdırmaları hurafe ve batıl inanışların bu bölümüne girmektedir.

 

Sihir (büyü)

         

Tarihte en yaygın görülen hurafedir. Günümüzde dahi hala etkisini sürdürmektedir. Büyü, bazı güçler kullanarak insanları istenilen yönde etkilemek amacıyla yapılan eylem olarak tanımlanabilir. Günümüzde pek çok insan özellikle de hanımlar büyüden fazlasıyla korkmaktadır. Büyücüler bu korkudan faydalanmasını başararak, bir sürü safsata uydurmuşlardır.

 

Evliyaperestlik

 

         kutsallık adına geçmişte yaşamış bazı kişilerin mezar ve türbeleri ticari amaçlı ziyaretgah haline getirilerek pek çok kişinin dilek ve dertlerine çareler aranmıştır.

 

Çaput bağlamak

 

         şamanlık kültünden kaynaklanmaktadır. Evliya sayılan ulu kişilerin, kutsal ağaç veya suların ziyaret edilerek dilek dilenmesi ile çocuğu olmayanların çocuk sahibi olacağına veya bazı hastalıkların iyileşeceğine inanılır.

 

Mum yakmak

 

         türbe, mezar, tekke gibi yerlere mum yakmak ve dilek tutmak cahiliye döneminden kalma bir adettir. Arkeologlara göre ateşe tapınmaktan kalma bir hurafedir.

 

Kurşun dökmek

 

         halkımız arasında “göz değmesi, göze gelme” diye adlandırılan bir nazar inancı vardır. Nazar değen kişinin malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Nazarın etkisinden kurtulmak amacıyla nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta, ayrıca nazar muskaları kullanılmakta kurşun döktürülmektedir.

 

Kabirlerde dua ve kurban adamak

 

         islam dinine göre dilek ve istekler sadece allah’a yapılır. Gerçek böyleyken halkımızın bazıları dua şeklini ve adabını değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü batıl hareketler sokmuşlardır.

 

         bazıları dua ederken kavga edermiş gibi bağırıp çağırırken bazıları da mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bu hareketlerin hepsi hurafe ve batıl inanışlardır.

 

         kabir ve türbelere gidip kurban adama ve kesme adeti de hurafedir. İslam dininde bir yatıra, bir  kabre, bir tekkeye veya bir devlet adamına kurban adamak yoktur.

 

Falcılık

 

         halkımız arasında yaygın olan hurafelerden birisi de fal bakmak yada fal açmaktır. Dilimize nasıl girdiği bilinmeyen “fala inanma falsız kalma”sözü, insanın hep geleceğini bilmek, merakının giderilmesine bir vasıta olmuştur. Bazı insanlar “fala inanmıyoruz ama eğlence olsun diye fal açtırıyoruz” diyorlar. Böyle bir düşünce tarzı, yanlışa çanak tutmaktır.  

 

Ay ve güneş tutulması   

 

         bazı yörelerimizde ay ve güneşin şeytan tarafından  tutulduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle tutulma olayı başlayınca teneke ve davul çalınmakta ve silah atılmaktadır. Güya gürültüden korkan şeytan ayı veya güneşi serbest bırakırmış.

     ayrıca ay ve güneş tutulması ile ilgili diğer bazı batıl inanışlar şunlardır.

* ay  ve güneş tutulması kıyamet alametidir.

* ay  ve güneş tutulursa o yıl kıtlık olur.

* ay  ve güneş     tutulursa savaş ve karışıklıklar çıkar.

* ay  ve güneş tutulması büyük ve ünlü kişilerin ölümüne işarettir.

 

Kuş ötmesi ve hayvan uluması

 

         halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması, ile ilgili çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Bunlardan kimisi uğur kimisi  de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. İslam inancına göre bunların hepsi mantık dışı ve hurafedir. Hayvanlarla ilgili hurafeleri şöyle sıralayabiliriz.

* ezan okunurken köpek ulursa o civarda birisi ölür

* gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar

* kara kedi yolu keserse uğursuzluk getirir

* baykuş ve karga kimin evinde öterse o evden cenaze çıkar

        

         hiçbir şey doğuştan uğurlu ya da uğursuz değildir. Bilimsel düşünceye göre, her hangi bir nesnede veya canlıda  uğursuzluk aramak doğru değildir.

 

Günlerle ilgili batıl inanışlar

 

         toplumumuzun yanlış inanışlarından birisi de haftanın bazı günlerinin uğurlu bazı günlerinin uğursuz sayılmasıdır. Bu anlayış bize hristiyan ve yahudilerden geçmiştir.günlerle ilgili bazı hurafe ve batıl inanışlar şunlardır.

* pazar günü çalışmak uğursuzluktur

* perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur.

* cuma günü ve cuma akşamı ev temizlemek günahtır.

* cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk getirir.

* arefe günü dikiş dikmek günahtır

* iki bayram arası nikah kıyılmaz.

 

Temizlik ve sağlığa karışan hurafeler

 

         islam dini temizliğe özel bir önem vermiş olmasına rağmen, halkımızdan bazıları hurafelere kanarak şunları uydurmuşlardır.

* gece ev süpürülürse fakirlik gelir

* cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir

* misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir.

* süpürge yapılırken birine değerse uyuz olur yada ömrü kısa olur. Ancak süpürgeye tükürülürse bu durum düzelir.

* gece tırnak kesilirse ömür kısalır.

* cenaze yıkanırken teneşirin altından alınan su alkolik birisine içirilirse alkolü bırakır.

 

Kadın ve çocukla ilgili hurafeler

 

         cahiliye dönemi arap geleneklerinin islamiyet’in kuralıymış gibi algılanmasından en çok zararı türk kadınları görmüştür. Hurafe ve batıl inanışlar,  vaktiyle kadını özgür bilen,  dede korkut'un deyimiyle: "eve bir konuk gelse, er adam evde olmasa, ol ani yedirir, içirir, ağırlar,  gönderir" diye güvenceyle yücelten türk insanını, kadına tıpkı arap gibi hor gözle bakan bir yaratık yapmışlardır. Günümüzde kadın ve çocuklarla ilgili belli başlı hurafeler şunlardır.

* gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının bacakları arasından geçerse saygılı olur.

* bir kız evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir.

* aş eren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.

* çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olur.

* çocuğun metre ile boyu ölçülürse boyu uzamaz.

* boyu ölçülen çocuk kısa kalır.

 

Taassup ve hurafelere yöneliş bir milletin gerileyişinde ve çöküşünde çok önemli yer tutar. İnsanlığın uzayın derinliklerinde yaşanacak yerler aradığı, teknolojinin harikalar yarattığı bir ortamda, hala türbe bahçesindeki ağaca çaput bağlamakla hamile kalacağına inanalar oldukça, şu gün işe başlamak uğursuzluktur, şu gün çalışmak günahtır diye,  tembelliğe ve gericiliğe pirim verenler bulundukça hedeflediğimiz noktalara ulaşmakta zorlanırız.

 

Eğer bir kişi, bir kere, “rüyasında görmüş” lafına itibar ederse , yolda önünden kara kedi geçince “ne yapsam acaba “ diye kara kara düşünürse , çocuğu hastalanınca ne yapacağını, şeyhine sorarsa, sevdiği kızı yada erkeği kendine yakınlaştırmak için, büyücüye giderse, eşini evine bağlamak için muska taşırsa, çalınan yada kaybolan malının bulunması için falcıdan medet umarsa, dualarının  kabul olması için. Denizin ortasında dua ederse, günahlarından arınmak için türbelerin kapılarında sürünüp , oradan çıkan toprağa kutsallık kazandırırsa, toplumda tamir edilemez yaraların açılmasına sebep olur. Hurafe ve batıl inanışlar toplumsal hastalık haline gelir.

 

Devletimizin kuruluşundan beri çözmeye çalıştığı en önemli konuların başında terör gelmektedir. Pkk, hizbullah vb irticai terörün doğmasında ve gelişmesinde, ülkemizin güneydoğusunda hala etkisini sürdüren  şeyhlik, şıhlık veya ağalık sisteminin önemli bir rolü vardır.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan şeyh sait isyanında, 1927-1928 yıllarında çıkan ağrı isyanında, daha sonra dersim isyanı ve diğerlerinde, cahil halkın dini duyguları şeyhler yada ağalar tarafından sömürülerek, ülkemize büyük zararlar verilmiştir.

 

Hurafe ve batıl inanış hastalığı, 1000 yıl önce yaşanan haşhaşilik yada hasan sabbah olayının, günümüzde yeniden adnan hoca olayı olarak yaşanmasına sebep olmuştur.

 

11.yy’da yaşayan hasan sabbah, iran’da yaptırdığı çok güzel bir sarayda gençleri afyona alıştırarak zehirlemiş ve terörist haline getirmiştir. Yetiştirdiği bu teröristlerle başta büyük devlet ve bilim adamı nizam-ül mülk olmak üzere bir çok selçuklu devlet yöneticisini öldürterek devletin yıkılmasında önemli bir rol oynamıştır. 1000 yıl arayla yaşanmış bu iki olay dikkatlice incelendiği zaman hem birbirine çok benzemekte, hem de bu gün ders alınması gereken bir çok hususu içermektedir.

 

Yine “çocuklarımıza güzel isimler veriniz” hadisini “ben güzele güzel demem, güzel arap olmayınca” mantığıyla yorumlayan, hurafeci zihniyet , anlamı kötü bile olsa birçok arapça ve farsça  kelimeyi dilimize sokarak güzel türkçemizin bozulmasına sebep olmuştur. Yakın çevremizdeki kişilerin isimlerine bakarak bunu değerlendirebiliriz.

 

Tarihte kuyruklu yıldızın görünmesini veba sebebi sayıp dünyanın en modern rasathanesinin yıkılmasını sağlayan zihniyet, “7,4 yetmedi mi” diye ortaya çıkarak, depremin sebebini hurafe ve batıl inanışlarla açıklamaya çalışmaktadır. Hatta bir yobaz çıkıp hazırladığı kasette deprem ile ilgili rüyasında gördüklerin bahsederek hem para kazanmaya hem de rejim düşmanlığı yapmaya çalışmaktadır. Bu kişinin toplantılarına çok fazla kişinin katılması ve  kasetlerinin binlerce satması da dikkat çekicidir.

 

Ailesinden aldığı eğitim ve kültür ile aklını kullanmayı öğrenemeyen gençlerimize maalesef eğitim kurumları da gerekli yardımı yapamamaktadır.

 

Bunun sonucunda bazı gençler mutluluğu yada cenneti satanizm gibi sapık tarikatlarda aramaktadır. İlk önce hayvanları sonra da insanları vahşice doğrayarak satana hizmet edip mutlu olmaktadırlar.

 

Televizyonlarda ve gazetelerde  defalarca izlediği bu dünyadaki güzel ve şaşalı yaşantıya, ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizlik yüzünden hiç ulaşamayacağını düşünen bazı gençlerimiz, şimdiden öbür dünyadaki cennette yer bulmak kaygısıyla bu cenneti kendilerine vaat eden yobazların kişisel menfaatlerine alet olmaktadırlar.

 

Bütün bunların örneklerine sıkça medyada rastlamaktayız.

Gelişmiş ülkelerde  yüzü geçmeyen sapık tarikatların taraftar sayıları, bizim ülkemizde halkımızın hurafe ve batıl inanışlara merakı yüzünden binleri hatta on binleri bulmaktadır.

 

Dün osmanlı devletinde yenileşme hareketlerine karşı çıkıp genç osman’ı öldüren, 3.selim yeniliklerini sona erdiren zihniyet, bu gün 8 yıllık eğitime karşı çıkarak, halkın bilinçlenmesine engel olmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda toplumda iç çatışmayı körükleyici güç olarak kendini hissettirmektedir. Bu güçler, seçim öncesinde yönetime talip olan siyasi partilerle anlaşma yapabilmekte ve demokrasinin işlerliğine engel olmaktadırlar.

 

Bu toplumsal hastalığın tedavi edilememesi, tarihteki hasan sabbahların, kabakçı mustafaların, patrona halillerin, derviş vahdetilerin, şeyh saitlerin günümüzde başka adlarla ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.  

 

Bu gelişmeler, soğuk savaşın bütün yöntemlerinin kullanıldığı günümüzde düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektedir. Zaman zaman sahibi belli olmayan eller bu tetikleri çekerek ülkemizde iç huzurun bozulmasına sebep olmaktadır.

 

Bütün bunlar, sahip olduğumuz imkanlarla dünya ülkeleri arasında olmamız gereken yere ulaşmamızı engellemekte, ülkemizin itibarını zedelemektedir.

 

Sonuç olarak ülkemizi atatürk’ün hedeflediği “çağdaş uygarlık seviyesinin  üzerine çıkartmak istiyorsak, türkiye cumhuriyetinin “şeyhler, dervişler, müritler ve mensupları devleti” olmasını istemiyorsak,  insanlarımızın akıllarını kullanmalarını sağlamak zorundayız. Toplumda bilimsel düşünceyi yaygın hale getirmeliyiz.

 

Bütün bunları yapabilmek için yeni keşif ve icatlara gerek yoktur. Ulu önder atatürk’ün bu hastalığın tedavisi için verdiği reçeteyi incelememiz bize ışık tutacaktır. “ben manevi miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir dogma , hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.

... Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen (mihver) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

 

Bu hedef doğrultusunda en önemli görev ailelere düşmektedir. Aileler çocuklarının bu toplumsal hastalığın pençesine düşmesine engel olmak zorundadırlar. Bunun için yapılması gereken, onlara milli kültürümüz ve inanç sistemimiz ile ilgili doğruların, atatürkçü bakış açısıyla  öğretilmesidir. Bir başka deyişle aileler, çocuklarının gözünü açmalı, aklını kullanmalarını sağlamalıdır.

 

Diğer önemli bir görev eğitim kurumlarına ve biz öğretmenlere düşmektedir. “yeni  neslin bizim eserimiz olacağı” sorumluluğundan hareketle, gençlerimizi eğitirken hurafeci ve dogmacılardan daha etkili olmak zorundayız. Toplumda, içinde bulunduğu ortamı bilim yardımıyla sorgulayan, doğruyu yanlışı ayırt edebilen, atalarından devraldığı  mirasın önemini ve sorumluluğunu bilen kişilerin yaygınlaşması, hem bu hastalığın iyileşmesini hem de ülkemizin kalkınmasını sağlayacaktır.

Paylas