Şimdi de hurafe batıl inanışların kendi
tarihimizdeki etkilerini görmek amacıyla tarih sayfaları arasında bir gezintiye çıkalım.
Türkler tarih boyunca çok yer değiştiren, bu yüzden
de bir çok kültür çevresi ile karşılaşan ve temasa geçen bir millettir. Müslüman olmadan önce şamanizm,
zerdüştlük, budizm, manihaizm hatta bazen hıristiyanlık ve musevilik gibi dinleri kabul edip bunların
kültür çevrelerine girmişlerdir. Bu durum farklı kültürlerin ve inanç sistemlerinin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Bu değişimler aynı zaman ve mekanda, bütün türk topluluklarını kapsayacak şekilde
ortaya çıkmamış, farklı yer ve zamanlarda meydana gelmiştir.
İşte çok uzun bir geçmişin kalıntısı
olan bu etkiler, müslüman olan türk topluluklarında, islami kalıplar içinde yaşamaya devam etmiştir. Mesela
şamanizmdeki türklerin ölü gömme gelenekleri, günümüzde türbe ve süslü mezarlar
olarak karşımıza çıkmıştır.
Bu konuda, türk tarihini derinden etkileyen olaylar,
islamiyet’in yayılması ve türklerin islamiyet’i kabul etmesi sürecinde yaşanmıştır.
Emeviler ve abbasiler zamanında, cahiliye devri kültürü islamiyetin esaslarıymış
gibi islamiyet’in yayıldığı bölgelere yayılmıştır. İslamiyet daha geniş
bölgelere yayıldıkça o bölgelerin bazı kültür ögeleri de din kuralı gibi islamiyet’in içerisine
girmiştir.
Sınırlar genişledikçe mezopotamya kültüründeki kral hammurabi’nin yasağı,
bir bedevi şeyhinin keyfi bir isteği, orta asyadaki bir türk kamanının
kuralı veya moğol hükümdarı cengiz han’ın bir buyruğu bir islam kuralı olarak benimsenmiş
ve günümüze kadar gelmiştir.
Bu gün toplumdaki mehdi beklentisi, kapı eşiğine oturma yasağı, yanan
közün üzerine su dökme yasağı, mezopotamya’dan ve cengiz han’ın
yasalarından türk kültürüne geçmiş ve günümüze kadar gelmiş batıl inançlardır.
Yine islam öncesi mekke’nin yönetimi için ümeyyeoğulları ve haşimiler arasındaki rekabet, daha sonra islam dininin mezhepleri görünümünü alarak, tarih
boyunca oluk oluk kan dökülmesine sebep olmuştur.
Temeli bu sebebe dayanan, alevi-sünni çatışmaları, tarihimizde bir çok olumsuz
sonuca yol açmış ve türk devletlerinin yumuşak karnını
oluşturmuştur.
Halbuki, arap yarımadasının yönetimi için hz. Ali ve muaviye arasında, iktidar
kavgası ortaya çıktığı zaman bizim dedelerimiz, yani hem alevilerin hem de sünnilerin dedeleri henüz
islamiyet’i kabul etmemişlerdi.
Görülüyor ki 10.yy’da türkler müslüman olduğu zaman sadece islamiyet’in esaslarını
almamışlar, aynı zamanda arap kültürünün ve diğer kültürlerin ögelerini de benimsemişlerdir. Bu durum,
sonuçları günümüze kadar gelen bir çok talihsiz olayın yaşanmasına
ve türk milletinin sömürülmesine sebep olmuştur.
Osmanlı tarihinde ise hurafe ve batıl inanışlar devlet yöneticilerinin çok
büyük hatalar yapmasına sebep olmuştur. Avrupa’da aydınlanma sürecinde bilimsel düşünce doğmalara karşı üst üste zafer kazanırken osmanlı’da ise tam tersi
olmuş, bütün zaferleri hurafe ve batıl inanışlar kazanmıştır.
Matbaanın kullanılması, günah olduğu gerekçesi ile engellenmiş, insanlar
evliya ve şeyh kerametleri ile yaşamaya mahkum edilerek, düşünce üretmelerine izin verilmemiştir.
Avrupa’da kopernik ve galileo’nun başına gelen olayların benzeri osmanlı’
da da yaşanmıştır.1575 yılında hoca saadettin efendi ve takiyuddin mehmet tarafından dünyanın
en büyük rasathanesi yapılmaya başlanmıştır. Ancak hoca saadettin efendi’nin siyasi rakipleri
1577 yılında kuyruklu yıldız görünmesini ve 1578’de veba salgını çıkmasını
rasathanenin yapılmasındaki uğursuzluğa bağlamış ve dedikodu çıkartmışlardır.
Bunun üzerine padişah ferman çıkarmış ve rasathane bir gecede yıkılmıştır.
17.yy’dan itibaren osmanlı devleti’nde planlı ve plansız yenileşme
hareketlerinin yapılmaya başlandığını görüyoruz. Bu hareketlerin hiçbirisi tam anlamıyla
başarıya ulaşamamış ve devleti içinde bulunduğu kötü durumdan kurtaramamıştır.
Çünkü atılan her yenilik adımı hurafeci zihniyetin engellemesine takılmıştır.
Bu zihniyet kimi zaman yeniçerilerin kazan kaldırması olarak ortaya çıkıp, genç osman’ı boğmuş,
kimi zaman patrona halil isyanı olarak ortaya çıkıp lale devrini sona erdirmiştir. Kimi zaman kabakçı
mustafa olmuş nizam-ı cedit’i bitirmiş, kimi zamanda 31 mart olayı ve derviş vahdeti olarak karşımıza çıkmıştır.
Sonuçta, eşkenar üçgenin iç açılarının, üçgenine göre değişeceğine
inanan, allahın evi olduğu için yıldırımın camiye zarar vermeyeceği gerekçesi ile paratonere
karşı çıkan, alacağı kararları danışmak için yanında kadrolu müneccim taşıyan
yönetici ve insanlar yetişmiştir. Elbette bütün bunların sonucunda osmanlı devleti yıkılmıştır.
Günümüzde
hurafe ve batıl inanışlar
şimdi de bu toplumsal hastalığın
günümüzdeki etkilerini incelemeye çalışalım.
Daha öncede değinildiği gibi avrupa’nın karanlık dönemden aydınlık
döneme geçmesi veya bu hastalığı yenmesi laik sistemin toplum hayatına egemen olması ile gerçekleşmiştir.
Ancak avrupa laik sisteme kolayca geçmemiştir. 300 yıl süren çok kanlı
bir mücadele döneminden sonra bilimsel düşünce gerçek yol gösterici olmuştur.
Osmanlı devleti’nin yıkılmasından sonra ulu önder atatürk geleceğin
türkiye’sini sağlam temellere oturtmak istemiştir. Yeni devletin üzerine oturacağı temeli de şu
veciz ifadesi ile işaret etmiştir. “dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında
kılavuz aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.”
Bu sözden anlaşılacağı üzere yeni kurulan devletin temeli akıl, bilim
ve teknolojidir. Bu temel, türkiye cumhuriyetini 19 yıl gibi kısa bir
sürede, laik sisteme taşımış ve devletimizin yapısını güçlendirmiştir.
Ancak, her ne kadar hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğuna inansak ta hurafe ve batıl
inanışlar dün olduğu gibi bu gün de cazibe ve etkisini sürdürmektedir. İnsanlar görülmeyen ve bilinmeyen
şeylere karşı hep merak duymuşlar, onları bilmek ve
tanımak istemişlerdir. İşte bu duygu ve düşünce bazı insanları geleceği keşfetme
çabalarına itmiştir. Bundan dolayı toplumda her zaman geleceği bildiğini iddia edenler bulunmuştur.
Geçmişte kahinlik, falcılık, ruhçuluk, büyücülük gibi adlarla faaliyet gösteren bu sektör günümüzde, astroloji
ve medyumluk adı altında karşımıza çıkmıştır.
Bu gün toplumumuzda yaygın olan belli başlı hurafe ve batıl inanışları
açıklamaya çalışalım.
Muska ve tılsımlar
Bu inançta olanlar bazı nesnelerde uğur veya uğursuzluk olduğuna inanırlar.
Kişi uğurlu saydığı nesneyi yanında taşır veya boynuna asar. Bu nesne bir bitki, hayvan
dişi, kurumuş bir böcek hatta taş parçası bile olabilir. Bu nesneleri taşıyanlar çeşitli
hastalıklardan, bela ve kazalardan korunacaklarına inanırlar.
Günümüzde de bazı nesneleri “uğur getiriyor” diye boynunda yada yanında
taşıyanlar bulunmaktadır.yine insanların hastalıkları
tedavi maksadıyla üfürükçülere giderek muska yazdırmaları hurafe ve batıl inanışların bu
bölümüne girmektedir.
Sihir (büyü)
Tarihte en yaygın görülen hurafedir. Günümüzde dahi hala etkisini sürdürmektedir. Büyü, bazı
güçler kullanarak insanları istenilen yönde etkilemek amacıyla yapılan eylem olarak tanımlanabilir. Günümüzde
pek çok insan özellikle de hanımlar büyüden fazlasıyla korkmaktadır. Büyücüler bu korkudan faydalanmasını
başararak, bir sürü safsata uydurmuşlardır.
Evliyaperestlik
kutsallık
adına geçmişte yaşamış bazı kişilerin mezar ve türbeleri ticari amaçlı ziyaretgah
haline getirilerek pek çok kişinin dilek ve dertlerine çareler aranmıştır.
Çaput bağlamak
şamanlık kültünden kaynaklanmaktadır. Evliya sayılan ulu kişilerin, kutsal ağaç veya
suların ziyaret edilerek dilek dilenmesi ile çocuğu olmayanların çocuk sahibi olacağına veya bazı
hastalıkların iyileşeceğine inanılır.
Mum yakmak
türbe, mezar, tekke gibi yerlere mum yakmak ve dilek tutmak cahiliye döneminden kalma bir adettir. Arkeologlara göre
ateşe tapınmaktan kalma bir hurafedir.
Kurşun dökmek
halkımız arasında “göz değmesi, göze gelme” diye adlandırılan bir nazar inancı
vardır. Nazar değen kişinin malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır.
Nazarın etkisinden kurtulmak amacıyla nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta,
ayrıca nazar muskaları kullanılmakta kurşun döktürülmektedir.
Kabirlerde dua ve kurban adamak
islam dinine göre dilek ve istekler sadece allah’a yapılır. Gerçek böyleyken halkımızın
bazıları dua şeklini ve adabını değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü batıl hareketler
sokmuşlardır.
bazıları dua ederken kavga edermiş gibi bağırıp çağırırken bazıları
da mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bu hareketlerin hepsi hurafe ve batıl
inanışlardır.
kabir ve türbelere gidip kurban adama ve kesme adeti de hurafedir. İslam dininde bir yatıra, bir kabre, bir tekkeye veya bir devlet adamına kurban adamak yoktur.
Falcılık
halkımız arasında yaygın olan hurafelerden birisi de fal bakmak yada fal açmaktır. Dilimize
nasıl girdiği bilinmeyen “fala inanma falsız kalma”sözü, insanın hep geleceğini bilmek,
merakının giderilmesine bir vasıta olmuştur. Bazı insanlar “fala inanmıyoruz ama eğlence
olsun diye fal açtırıyoruz” diyorlar. Böyle bir düşünce tarzı, yanlışa çanak tutmaktır.
Ay ve güneş tutulması
bazı yörelerimizde ay ve güneşin şeytan tarafından tutulduğuna
inanılmaktadır. Bu nedenle tutulma olayı başlayınca teneke ve davul çalınmakta ve silah atılmaktadır.
Güya gürültüden korkan şeytan ayı veya güneşi serbest bırakırmış.
ayrıca ay ve güneş tutulması ile ilgili diğer bazı batıl inanışlar şunlardır.
* ay ve güneş
tutulması kıyamet alametidir.
* ay ve güneş
tutulursa o yıl kıtlık olur.
* ay ve güneş tutulursa savaş ve karışıklıklar çıkar.
* ay ve güneş tutulması büyük ve ünlü kişilerin ölümüne işarettir.
Kuş ötmesi ve hayvan uluması
halkımız arasında bazı kuşların ötmesi, bazı hayvanların uluması, ile
ilgili çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Bunlardan kimisi uğur kimisi
de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir. İslam inancına göre bunların hepsi mantık dışı
ve hurafedir. Hayvanlarla ilgili hurafeleri şöyle sıralayabiliriz.
* ezan okunurken köpek ulursa o civarda birisi ölür
* gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar
* kara kedi yolu keserse uğursuzluk getirir
* baykuş ve karga kimin evinde öterse o evden cenaze çıkar
hiçbir şey doğuştan uğurlu ya da uğursuz değildir. Bilimsel düşünceye göre, her
hangi bir nesnede veya canlıda uğursuzluk aramak doğru değildir.
Günlerle ilgili batıl inanışlar
toplumumuzun yanlış inanışlarından birisi de haftanın bazı günlerinin uğurlu
bazı günlerinin uğursuz sayılmasıdır. Bu anlayış bize hristiyan ve yahudilerden geçmiştir.günlerle
ilgili bazı hurafe ve batıl inanışlar şunlardır.
* pazar günü çalışmak uğursuzluktur
* perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur.
* cuma günü ve cuma akşamı ev temizlemek günahtır.
* cumartesi günü çamaşır yıkamak uğursuzluk
getirir.
* arefe günü dikiş dikmek günahtır
* iki bayram arası nikah kıyılmaz.
Temizlik ve sağlığa karışan
hurafeler
islam dini
temizliğe özel bir önem vermiş olmasına rağmen, halkımızdan bazıları hurafelere kanarak
şunları uydurmuşlardır.
* gece ev süpürülürse fakirlik gelir
* cuma akşamı ev süpürmek kıtlık getirir
* misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir.
* süpürge yapılırken birine değerse uyuz olur yada
ömrü kısa olur. Ancak süpürgeye tükürülürse bu durum düzelir.
* gece tırnak kesilirse ömür kısalır.
* cenaze yıkanırken teneşirin altından alınan
su alkolik birisine içirilirse alkolü bırakır.
Kadın ve çocukla ilgili hurafeler
cahiliye
dönemi arap geleneklerinin islamiyet’in kuralıymış gibi algılanmasından en çok zararı
türk kadınları görmüştür. Hurafe ve batıl inanışlar, vaktiyle
kadını özgür bilen, dede korkut'un deyimiyle: "eve bir konuk gelse,
er adam evde olmasa, ol ani yedirir, içirir, ağırlar, gönderir" diye
güvenceyle yücelten türk insanını, kadına tıpkı arap gibi hor gözle bakan bir yaratık yapmışlardır.
Günümüzde kadın ve çocuklarla ilgili belli başlı hurafeler şunlardır.
* gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının bacakları
arasından geçerse saygılı olur.
* bir kız evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti
kesilir.
* aş eren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu
çirkin olur.
* çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı
kesilirse ya arsız ya da hırsız olur.
* çocuğun metre ile boyu ölçülürse boyu uzamaz.
* boyu ölçülen çocuk kısa kalır.
Taassup ve hurafelere yöneliş bir milletin gerileyişinde ve çöküşünde çok önemli
yer tutar. İnsanlığın uzayın derinliklerinde yaşanacak yerler aradığı, teknolojinin
harikalar yarattığı bir ortamda, hala türbe bahçesindeki ağaca çaput bağlamakla hamile kalacağına
inanalar oldukça, şu gün işe başlamak uğursuzluktur, şu gün çalışmak günahtır diye, tembelliğe ve gericiliğe pirim verenler bulundukça hedeflediğimiz noktalara
ulaşmakta zorlanırız.
Eğer bir kişi, bir kere, “rüyasında görmüş” lafına itibar
ederse , yolda önünden kara kedi geçince “ne yapsam acaba “ diye kara kara düşünürse , çocuğu hastalanınca
ne yapacağını, şeyhine sorarsa, sevdiği kızı yada erkeği kendine yakınlaştırmak
için, büyücüye giderse, eşini evine bağlamak için muska taşırsa, çalınan yada kaybolan malının
bulunması için falcıdan medet umarsa, dualarının kabul olması
için. Denizin ortasında dua ederse, günahlarından arınmak için türbelerin kapılarında sürünüp , oradan
çıkan toprağa kutsallık kazandırırsa, toplumda tamir edilemez yaraların açılmasına
sebep olur. Hurafe ve batıl inanışlar toplumsal hastalık haline gelir.
Devletimizin kuruluşundan beri çözmeye çalıştığı en önemli konuların
başında terör gelmektedir. Pkk, hizbullah vb irticai terörün doğmasında ve gelişmesinde, ülkemizin
güneydoğusunda hala etkisini sürdüren şeyhlik, şıhlık
veya ağalık sisteminin önemli bir rolü vardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan şeyh sait isyanında, 1927-1928 yıllarında
çıkan ağrı isyanında, daha sonra dersim isyanı ve diğerlerinde, cahil halkın dini duyguları
şeyhler yada ağalar tarafından sömürülerek, ülkemize büyük zararlar verilmiştir.
Hurafe ve batıl inanış hastalığı, 1000 yıl önce yaşanan
haşhaşilik yada hasan sabbah olayının, günümüzde yeniden adnan hoca olayı olarak yaşanmasına
sebep olmuştur.
11.yy’da yaşayan hasan sabbah, iran’da yaptırdığı çok güzel
bir sarayda gençleri afyona alıştırarak zehirlemiş ve terörist haline getirmiştir. Yetiştirdiği
bu teröristlerle başta büyük devlet ve bilim adamı nizam-ül mülk olmak üzere bir çok selçuklu devlet yöneticisini
öldürterek devletin yıkılmasında önemli bir rol oynamıştır. 1000 yıl arayla yaşanmış
bu iki olay dikkatlice incelendiği zaman hem birbirine çok benzemekte, hem de bu gün ders alınması gereken
bir çok hususu içermektedir.
Yine “çocuklarımıza güzel isimler veriniz” hadisini “ben güzele güzel
demem, güzel arap olmayınca” mantığıyla yorumlayan, hurafeci zihniyet , anlamı kötü bile olsa
birçok arapça ve farsça kelimeyi dilimize sokarak güzel türkçemizin bozulmasına
sebep olmuştur. Yakın çevremizdeki kişilerin isimlerine bakarak bunu değerlendirebiliriz.
Tarihte kuyruklu yıldızın görünmesini veba sebebi sayıp dünyanın en modern
rasathanesinin yıkılmasını sağlayan zihniyet, “7,4 yetmedi mi” diye ortaya çıkarak,
depremin sebebini hurafe ve batıl inanışlarla açıklamaya çalışmaktadır. Hatta bir yobaz
çıkıp hazırladığı kasette deprem ile ilgili rüyasında gördüklerin bahsederek hem para kazanmaya
hem de rejim düşmanlığı yapmaya çalışmaktadır. Bu kişinin toplantılarına
çok fazla kişinin katılması ve kasetlerinin binlerce satması
da dikkat çekicidir.
Ailesinden aldığı eğitim ve kültür ile aklını kullanmayı öğrenemeyen
gençlerimize maalesef eğitim kurumları da gerekli yardımı yapamamaktadır.
Bunun sonucunda bazı gençler mutluluğu yada cenneti satanizm gibi sapık tarikatlarda
aramaktadır. İlk önce hayvanları sonra da insanları vahşice doğrayarak satana hizmet edip mutlu
olmaktadırlar.
Televizyonlarda ve gazetelerde defalarca izlediği
bu dünyadaki güzel ve şaşalı yaşantıya, ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizlik
yüzünden hiç ulaşamayacağını düşünen bazı gençlerimiz, şimdiden öbür dünyadaki cennette
yer bulmak kaygısıyla bu cenneti kendilerine vaat eden yobazların kişisel menfaatlerine alet olmaktadırlar.
Bütün bunların örneklerine sıkça medyada rastlamaktayız.
Gelişmiş ülkelerde yüzü geçmeyen sapık
tarikatların taraftar sayıları, bizim ülkemizde halkımızın hurafe ve batıl inanışlara
merakı yüzünden binleri hatta on binleri bulmaktadır.
Dün osmanlı devletinde yenileşme hareketlerine karşı çıkıp genç
osman’ı öldüren, 3.selim yeniliklerini sona erdiren zihniyet, bu gün 8 yıllık eğitime karşı
çıkarak, halkın bilinçlenmesine engel olmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda toplumda iç çatışmayı
körükleyici güç olarak kendini hissettirmektedir. Bu güçler, seçim öncesinde yönetime talip olan siyasi partilerle anlaşma
yapabilmekte ve demokrasinin işlerliğine engel olmaktadırlar.
Bu toplumsal hastalığın tedavi edilememesi, tarihteki hasan sabbahların, kabakçı
mustafaların, patrona halillerin, derviş vahdetilerin, şeyh saitlerin günümüzde başka adlarla ortaya çıkmasına
sebep olmaktadır.
Bu gelişmeler, soğuk savaşın bütün yöntemlerinin kullanıldığı
günümüzde düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektedir. Zaman zaman sahibi belli olmayan eller bu
tetikleri çekerek ülkemizde iç huzurun bozulmasına sebep olmaktadır.
Bütün bunlar, sahip olduğumuz imkanlarla dünya ülkeleri arasında olmamız gereken
yere ulaşmamızı engellemekte, ülkemizin itibarını zedelemektedir.
Sonuç olarak ülkemizi atatürk’ün hedeflediği “çağdaş uygarlık
seviyesinin üzerine çıkartmak istiyorsak, türkiye cumhuriyetinin “şeyhler,
dervişler, müritler ve mensupları devleti” olmasını istemiyorsak,
insanlarımızın akıllarını kullanmalarını sağlamak zorundayız. Toplumda
bilimsel düşünceyi yaygın hale getirmeliyiz.
Bütün bunları yapabilmek için yeni keşif ve icatlara gerek yoktur. Ulu önder atatürk’ün
bu hastalığın tedavisi için verdiği reçeteyi incelememiz bize ışık tutacaktır. “ben
manevi miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir dogma , hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
... Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen (mihver)
üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”
Bu hedef doğrultusunda en önemli görev ailelere düşmektedir. Aileler çocuklarının
bu toplumsal hastalığın pençesine düşmesine engel olmak zorundadırlar. Bunun için yapılması
gereken, onlara milli kültürümüz ve inanç sistemimiz ile ilgili doğruların, atatürkçü bakış açısıyla öğretilmesidir. Bir başka deyişle aileler, çocuklarının gözünü
açmalı, aklını kullanmalarını sağlamalıdır.
Diğer önemli bir görev eğitim kurumlarına ve biz öğretmenlere düşmektedir.
“yeni neslin bizim eserimiz olacağı” sorumluluğundan
hareketle, gençlerimizi eğitirken hurafeci ve dogmacılardan daha etkili olmak zorundayız. Toplumda, içinde
bulunduğu ortamı bilim yardımıyla sorgulayan, doğruyu yanlışı ayırt edebilen,
atalarından devraldığı mirasın önemini ve sorumluluğunu
bilen kişilerin yaygınlaşması, hem bu hastalığın iyileşmesini hem de ülkemizin kalkınmasını
sağlayacaktır.