Halide Edip (Adıvar), orduya bir nefer olarak katılmayı
ister. Bu isteği Başkomutanlıkça kabul olunur ve Batı Cephesine gidip katılması için buyruk
gelir. Sakarya Meydan Savaşı’nın öncesidir. Mustafa Kemal Alagöz Köyü’nde, cephenin yanı başındadır.
“…
Bir subay beni Mustafa Kemal Paşa’nın karargahına götürdü. Solda toprak yığınlarının
altında birkaç evin ışığı yanıyordu. Bir tek karanlıktan geliyordu. O'da telefon servisini
yapan bir askerin "inler, katrancı, inler, katrancı" diye bir köyle haberleşmesiydi. Sağ yan bir çukur,
içinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında yine ışıkları yanan çadırlar;
uzun ve sivri bir direk; telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık ve çamur içinde. Ay batmış, gece yarısı
oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür yandaki eve gittik. Mustafa Kemal Paşa'nın korumaları kapıda;
onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Paşa’nın yaveri Muzaffer Bey beni Paşa’nın
odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks lambası olan bir Anadolu odası.
Mustafa
Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri kırıktı.
Paşa’ya doğru yüreğimde (kalbimde) salt bir saygıyla gittim. O mütevazı odada bütün gençliğin,
‘Bir ulus yaşasın diye ölmeyi göze alan kararı’nı simgeliyordu. Herhangi bir saray da ün de
herhangi bir erk (kudret) de onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm. ‘Safa geldiniz hanımefendi.’
dedikten sonra bana bir sandalye gösterdi. Ankara’ya ilişkin haber sordu. Aynı zamanda tahta masanın
üzerindeki bir haritaya eğilerek durumu, dört yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık
ve yalın bir söylemle anlattı. İşte Sakarya kıvrılarak gidiyor. Irmağın çevresine
üzerlerinde kırmızı ve mavi kağıt kelebekler titreşen toplu iğneler konulmuş. Süersel
(askeri) duruma ilişkin duygularımı Mustafa Kemal Paşa'ya söylesem kesin gülerdi. Yunan ordusu kocaman
bir canavar gibi Ankara'ya yaklaşmış görünüyordu. Buna koşut (paralel) olarak Sakarya'nın doğusunda
Türk ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara'yı yutmasına engel olmaya çalışıyordu.
Kara canavar o kadar kocamandı ki insana korku veriyordu.
‘Ankara'ya
gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız?’ diye sordum. Bir kaplan gibi güldü. ‘İyi yolculuklar
efendiler derim; arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahvederim!’
(Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle
İmtihanı)